Pasaportunu alan kendini Avrupa vatandaşı sanıyor. Uçakla Paris'e indiği an Türk olmayı unutuyor, sanki sabah Louvre’da doğmuş, akşam Galata’da büyümüş gibi. Türk kahvesi içse bile “espressoya benzeyen ama biraz daha acı” diye tarif ediyor. Abi burası Türkiye yaa...
Gazeteci ve yazar, mali müşavir ve bağımsız denetçi İbrahim Aydemir geçen gün tam da bu tayfaya seslendi. “Kendine yabancılaşan elit, Türkiye’ye yukarıdan bakarak aslında kendini küçültüyor” dedi.
Bravo.
Gerçek bu. Çünkü bu milletin yemeklerine laf eden, türküleriyle dalga geçen, kendi tarihinden utanır gibi konuşan bir zümre var. Bunlar Batı’yı övmek için Türkiye’yi gömmeyi alışkanlık haline getirdi. İçtiği çaydan bile utanacak neredeyse. “Bu İngiliz çayı değil mi ya?” diye soruyor.
Bu eziklik sadece sosyolojinin değil, artık psikiyatrinin konusu. Çünkü Batı’yı övme çabası değil bu. Kendinden iğrenme hali.
Aydemir’in “kültürel özgüven” çağrısı, milliyetçi bir söylem değil; bir terapi önerisi. Türkiye’den utanarak değil, Türkiye’yi anlayarak var olabileceğimizi söylüyor.
Ve çok doğru söylüyor.
Kendi milletinden bu kadar utanan başka bir elit sınıf gördünüz mü?
Ben görmedim.